Şuna kani olmak lâzımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir...” K.ATATÜRK
Günümüzde kadının aile içinde erkekle paylaştığı sorumluluklar ve toplum hayatında giderek artan fonksiyonunun incelenmesi gerçekten çok önemli bir konudur.
Tarihimizin en eski dönemlerinden beri, Türklerde kadın aile hayatında eşit olarak sosyal, ekonomik ve hatta askerlik alanlarında daima erkeğin yanında yer almıştır. Kurtuluş Savaşı’nda, yurt savunmasında gösterdiği gayret ve başarı, Türk kadınının tarihten gelen özelliğinin bir sonucu ve haklı gururudur.
Bir toplumun bilinçlenmesi ve yaşanılan çağın her alanında kendine lâyık yeri alabilmesi o toplumun en ufak birimi yani ailenin bilinçlenmesi ile mümkündür. Bilinci noksan, hayata katkısı noksan bir aileyi tam saymak mümkün değildir.
Açıkça söylemek gerekirse, kadınından yararlanmayan toplumların gücü nazari olarak düşünülse bile yarıya inmiş demektir.
Büyük Atatürk diyor ki; “Kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmağa mecburdurlar.
Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmalarımızda ortak kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlâki, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı ve yardımcısı yapmak yoludur.
Bir toplum aynı amaca bütün kadınlar ve erkekleriyle beraber yürümezse fen ve bilimde yükselmesine imkân ve ihtimâl yoktur.”
Bu itibarla; kadının aile ve toplum içindeki yerini ve sorumluluğunu bilmesini ve öğrenmesini ve de bu yeri lâyıkıyla doldurabilmesini, kadın hak ve hürriyetleri ile kadının görevlerini tayin etmek açısından asıl unsur olarak görmek gerekir.
Ülkemizde Türk kadını; sosyal ve siyasi yönüyle olduğu kadar, hukuk, tıp ve teknik alanlarda da dünyanın en uygar ülke kadınlarıyla kıyaslanacak seviyededir.
Türk Tarihinin derinliklerine inildiğinde, Ortaasya’da bilinen eski Türk Devletlerinin hakimiyetinin sürdüğü devrelerde, özellikle Göktürkler’de ve Hun Devleti’nde, devleti başkan (hakan) ile karısı (hatun) birlikte temsil etmişlerdir. Tarihi kaynaklara göre, VIII. Yüzyıl Orhun Kitabelerinde Türk kadınından saygı ile bahsedilen ifadelere yer verilmiştir.
Devlet yönetiminde, “Devleti idare eden han” ve “devleti bilen hatun” geleneklerine göre; emirnameler, sadece “Han emreder” değil Han ve Hatun emreder şeklinde bir ibare ile başlarsa geçerli olmuştur.
İslam dini, kadının o çağlarda pek çok yerde yaşadığı kötü şartlardan ve istismardan kurtarılmasını da ihtiva eden kadının haklarının bir kısmını erkeğin kurtarılmasını da ihtiva eden kadının haklarının bir kısmını erkeğin kararlarından kurtarıp bir toplum veya din nizamına sokulmasını öngören, değişen çağa göre yorum yapılmasına açık bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmıştır. İslam dini kadına, toplunda o güne kadar sahip olmadığı bir yeri vermiştir.
İslamiyet, Türk hayat felsefesine ve değerlerine uygun olduğu için kolay kabul edilmiştir. Kadının Türk toplumundaki sahip olduğu değerlere İslamiyet cevap vermemiş olsa idi, onun nesilden nesile kabul ettirilmesi sanırım mümkün olmazdı. Çünkü, İslamiyet kabul etmiş Türk Toplumunun erkekleri ertesi günü savaşa gittiklerinde, arkalarında bütün manevi değerlerinin korunmasını ve nizamlarının devam ettirilmesini emanet edebilecek kimseyi herhalde bulamazlardı.
Osmanlı toplumunun giderek Batı tesiri altına girmesiyle, toplum hayatında eğitim, kültür, sanat ve edebiyatta meydana gelen gelişmeler, kadının eğitim seviyesinin yükseltilmesi fikrinin doğmasına yol açmıştır. Böylece, Türk kadınına ilk defa resmi eğitim verilmeye başlanmıştır. Türk kadını bu dönemde ilk defa devletten maaş alarak resmen çalışmıştır. Hukuki alanda da yeni bazı haklar kazınmıştır.
Bütün bunlara rağmen, kadın meselesi dar bir çerçeve içinde, daha çok aydınların tartıştığı bir konu olarak kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde gayri müslim kadınlarla birlikte, müslüman kadınlarda nisbi olarak çalışma hayatına iştirak etmeye başlamışlarsa da önemli bir sayıya ulaşamamışlardır.
19. asırda Tanzimatla başlatılan kadınların eğitim seviyelerinin yükseltilmesine yönelik faaliyetler son derece yetersiz bir seviyededir. Eğitim görmüş kadın olma vasfı, zengin aile muhitinde, özel ders alma imkânını bulabilmiş şanslı bir kesimin tekelinde kalmaya devam etmektedir.
II.Meşrutiyet’ten sonra kadın hakları hareketi, demokrasi kavramı ile birleşmiş. Bu dönemde kadınlar siyasi bir hak istememektedir. Bunu ancak, eğitim ve öğretim ile sosyo-kültürel seviyesi yükselince düşünebilecektir. Türk kadını bu dönemde ilk defa yüksek öğretim imkanı bulmuş. Yine bu dönemde aile hukukunda da kadın lehine yenilikler getirilmiştir.
Kurtuluş Savaşı döneminde, Türk kadınının, cepheye giden erkeklerin yerine, çalışma hayatına yoğun bir şekilde iştirak etmeye başladığı görülür. Artık, bu dönemde Türk kadını kafes arkasından ayağındaki yasak zincirlerini koparmış bir vatandaş olarak omuzlarında hissettiği ağır görevi taşımaktan yılmamaktadır. Türk kadını Halide Edip Adıvar ile bütünleşmiş, kurtuluş ümidini büyük kitlelere yayarken bir taraftan kandil ışığında kardeşi mehmetçiğin yaralarını sarmış diğer taraftan mehmetçikle birlikte omuz omuza savaşmıştır.
İşte böyle bir dönemde büyük Atatürk’ün en büyük isteği her Türk kızına birgün bir Halide Edip olabilme imkânını kazandırmaktır.
Kadınlarımız Milli Mücadele’de cephede ve cephe gerisinde erkeklerin yanında fiili mücadeleye katılmışlardır. Özellikle, çeşitli yerlere gönderdikleri telgraflarla Türk Kadınının Milli tepkisini göstermişler ve kamuoyu oluşturulmasına yardımcı olmuşlardır.
Kadın hakları, savaştaki emsâlsiz fedakârlıkların zaferi takip eden dönemlerde bir hak ve hukuk arayışı şeklinde yansıması değil, daha ziyade kadının cemiyetteki rolü, fonksiyonları ve hakları konusunda, savaş boyunca fiilen üstelenilen sorumluluklarında etkisiyle değişen şartlara uygun olarak eğitimden medeni hukuk alanına kadar yeni bir takım hakların verilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.
Meşrutiyet döneminde kazandıkları cemiyetçilik tecrübesini, Milli Mücadele’nin o zor şartlarında devam ettiren Türk kadını, Cumhuriyet dönemine geçildiğinde değişik amaçlar için kurulan kadın derneklerine örnek olmuşlardır.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla, Türk toplumunda kadının önemi ve yeri daha da artarak pekişmiş ve kadın haklarının yasal gelişimi hızlı bir süreç içine girmiştir.
Cumhuriyet döneminin kadınlarla ilgili en fazla yankı uyandıran kanuni düzenlemesi, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması olmuştur.
Türkiye’de kadınların siyasi haklarını elde edişleri, kabul etmek gerekir ki; bazı ülkelerde olduğu gibi, tarihi gelişme süreci içerisinde verilmiş bir dizi mücadeleler neticesinde gerçekleşmediği bilinmektedir.
Gelişmiş Batı demokrasilerinde kadınların siyasi hayata katılması, cemiyet içerisinde ikinci sınıf vatandaş muamelesinden kurtulma konusunda verdiği mücadele; çalışma ve hayat standartlarının iyileştirilmesinde bir araç olarak görülmüş ve seçimlerde oy kullanma hakkını elde etmeye yönelik mücadele daha sonra seçme ve seçilme haklarının talep edilmesi istikâmetinde gelişmiştir.
Türk Kadınına 1930 yılı Belediye Seçimlerinde ve 1934 yılında Genel Seçimlerde seçme ve seçilme hakkının verilişi, Türk Kadınının savaş sırasında gösterdiği fedakârlıklarla ve üstlendiği sorumluluklar arasında derin bir bağın kurulmasına yol açmaktadır.
Kadınların siyasi hayata iştirakleri, parlamentoya seçilme açısından değerlendirildiğinde, 1934’den sonraki ilk genel seçimlerde parlamentoya girebilen 18 kadın milletvekilinin toplam parlamenterlerin yüzde 4.5’ini oluşturduğu görülmektedir. Bu oran Cumhuriyet döneminde parlamentodaki en yüksek kadın üye oranıdır.
1946 seçimlerinden sonra parlamentoya giden kadın üye oranında hızla bir düşüş gözlenmektedir.
Burada hemen şunu belirtmekte fayda vardır ki; çok partili bir seçim sistemine geçilmesi ile birlikte kadınların daha önce oynadıkları “demokratikleşmeyi simgeleme” rolünün önemini kaybetmesi yanında, kadınların tek parti döneminde sahip oldukları “yarı otomatik bir şekilde seçilme” şansının kaybolması ve partiler arası rekabet, kadınların Türk siyasi hayatı içindeki ağırlığını gittikçe azaltmaya başlamıştır.
Diğer taraftan 1935-1977 döneminde görev yapan kadın parlamenterlerin ortak özelliği, son derece iyi eğitim görmüş ve önemli bir bölümünün meslek sahibi olduklarıdır. Erkek parlamenterlerin, toplumdaki eğitim seviyesi ile karşılaştırıldığında kadın parlamenterlerin seçkin bir grubu oluşturdukları ve hatta “seçkinin de seçkini” bir grup olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Bu durum bütün seçimler itibariyle değerlendirildiğinde, kadın parlamenterlerle ülkedeki kadın nüfusu arasında çok az benzerlik bulunduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Buna benzer şekilde, Danışma Meclisi’nde yer alan kadınların tamamı yüksek okul mezunudur, ayrıca yüzde 80’i lisans üstü eğitim görmüştür.
160 üyeli Danışma Meclisi’ne seçilen 5 kadın üye 1946’danbu yana parlamentoya giren en yüksek kadın üye oranına tekabül etmekle beraber (yüzde 3,1), üyelik için müracaat eden toplam 16.500 kişinin yaklaşık yüzde 30’unu kadınların teşkil ettiği düşünülürse, Danışma Meclisi’ne seçilen kadınların oranının ne kadar düşük kaldığı görülecektir.
1983 seçimlerinde durum değişmemiştir. Meclise giren 12 kadın üyenin yüzde 92’si yüksek okul mezunudur. 1983 seçimlerinde partilerin merkezi karar organlarınca adayların belirlendiği göz önünde bulundurulduğunda, yüksek gibi gözüken bu oranın çok anlamlı olduğunu söylemek güçtür.
1987 yılı Genel Seçimlerine baktığımızda durum, 450 milletvekilli parlamento’da kadın üye oranı yüzde 1,3’dür. Yani 6 kadın parlamenter mevcuttur.
Bu altı kadın parlamenterden biri, Cumhuriyet Tarihi’nde ilk defa yapılan demokratik seçimler neticesinde oluşan parlamentodan Bakanlar Kurulu’na girmiştir.
Meclise girmiş kadın milletvekilleri, Türk kadınlarının sosyo-ekonomik yapısını yansıtmak bir tarafa, meclisin sosyo-ekonomik yapısının bile çok üstündedir.
Kadın milletvekilleri genellikle iyi eğitim görmüş, meslek sahibi, seçkinler grubuna dahil, gelir seviyesi yüksek, genelde geçim sıkıntısı görmemiş bir görüntü içerisindedir.
Siyasi partilerin, kadın sorunlarının çözümü için, parti politikaları ile uyumlu parti programlarının yapılmasında ve ircasında kadın milletvekillerine ve kadınların ortaya çıkardığı teşkilatlara büyük görevler düşmektedir.
Öncelikle kadın kesiminin çalışma hayatında olduğu gibi meclislerde de sayıca az olması hadisesinin ve örüntüsünün zihinlerden silinmesi için ciddi teşebbüslere ihtiyaç vardır.
Aranan değer ve müesseselerin şekillendirilmesinde demokratik sistemlerde geniş katılımın önemi açıktır. Onun için kadın siyasetçilerimize ve bu kesimi temsil eden teşkilatlara kadınların siyasete daha geniş çapta katılabilmelerini sağlamak için gerekli zemini oluşturma konusunda önemli göreler düşmektedir. Kadınlar kendi uslûplarına uygun çözümleri teklif etmeli, bunları kendi talepleriyle şekillendirmelidirler.
Kadınların siyasete olan ilgisinde halen içinde bulunduğu sosyo-ekonomik yapı ve kültürel ilişkiler etkili olmaktadır. Bu itibarla iktisadi faaliyet ve ihtiyaçlar ile sosyal yapı eğitim ve kültürel ilişki değişikliklerinin getireceği ihtiyaçları belirlemeye yönelik faaliyetler iyi belirlenmeli ve takip edilmelidir.
Türk toplumunun ve İslam dininin temel kaidelerine uygun olarak çağdaş dünyada yerini alacak Türkiye’nin sosyal, iktisadi ve siyasi alanda kadın – erkek eşitliği değer sistemleri içerisinde kadınlarımızın, bu değerlere sahip çıkmaya yönetici faaliyetlerine ivme kazandırmak zorundayız.
Bugün için Türkiye’de kadınların çalışma hayatına daha aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak üzere hukuki düzenlemelere değil, aksine hukuki çerçeve ile sağlanan hakların daha yaygın bir şekilde uygulanmasına imkân verecek eğitim seviyesinin yükseltilmesine, istihdam kapasitesinin geliştirilmesine ve kaynak tahsisine yönelik fiilî düzenlemelere daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’de kadınların ancak belirli bir öğrenim seviyesine ulaştıktan sonra kendi geleneksel kalıplarının dışına çıkarak iş hayatına atılabilecekleri şeklinde dar bir düşünce kalıbının yerine; kadınların sivilleşmiş, demokratik hak ve hürriyetlerin ön plana çıktığı çağdaş bir toplum içerisinde fazla katılımcı, arayıcı, çözüm getirici bir konumda olmaları gerekmektedir.
Tarih içinde batıya nispetle Türk kadını, hukuki haklar bakımından batlı kadının çok önünde yer almıştır. Ancak, Türk kadınına hukuki hakların verilmesi ve temel değerler sistemi bakımından kadının önündeki engellerin açılması, çağdaş demokratik sistemin yerleşmesinde gerekli olan müesseselerin tam yerleştirilmediği bir Türkiye’de beklenilen gelişmeyi sağlayamamıştır. Bu sorun sadece Türk kadınının sorunu da değildir, bütün Türk toplumunun sorunudur.
Bu itibarla toplumumuzun her kesimi olarak kadın – erkek herkesin, ülkemizin iktisadi ve siyasi gelişmesine kendi çapında katılımının sağlanması gerekir. Bütün toplum olarak çağdaş demokratik sistemin müesseseleşmesine yapacağımız katkı ile sorunlar kökünden çözülebilecektir.
(*) Devlet Bakanı Mustafa TAŞAR ‘ın 8.3.1991 Tarihinde Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle Türk Kadınlar Birliği’ne sunduğu tebliğden...