Sezen Aksu
Sezen Aksu Biyografi,Diskografisi
Sezen Aksu 1975 yılında Sezen Seley adıyla ilk 45’liği “Haydi Şansım / Gel Bana”yı çıkardı. Ancak bu 45’lik çok satmadı. Seley adı zaten kendi tercihi değildi, ikinci plağında soyadını değiştirdi ve bu defa kendi bestelerini seslendirdi.
“Yaşanmamış Yıllar / Kusura Bakma” adındaki bu 45′lik, diğerine göre daha çok ses getirdi ancak Sezen Aksu, asıl patlamayı 1976′da çıkan üçüncü plağıyla yaptı. ŞAT Yapım tarafından hazırlanan ve HOP tarafından yayınlanan “Olmaz Olsun / Seni Gidi Vurdumduymaz” listelerde hızla 1 numaraya çıktı ve uzun süre orada kaldı. Aynı yıl Bebek Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkan Aksu, ŞAT Müzik Kervanı ile bütün Türkiye’yi dolaşarak konserler verdi. 1977′de çıkan “Allahaısmarladık / Kaç Yıl Geçti Aradan” 45′liği Aksu’nun ününü perçinledi. “Allahaısmarladık” adını taşıyan ilk Sezen Aksu albümü de bu yıl yayınlandı. Sanatçı bundan sonra sırasıyla “Gölge Etme / Aşk” (1978) ve “Kaybolan Yıllar / Neye Yarar” 45′liklerini çıkardı. “Kaybolan Yıllar / Neye Yarar” sadece Sezen Aksu’nun değil, Türk popunun en çok satan plaklarından biri oldu. Aynı yıl piyasaya çıkan ikinci albüm “Serçe”, hem Türkiye’de çıkan ilk ikili (double) albüm olması nedeniyle hem de Sezen Aksu’nun eski sevdası alaturkaya yer vermiş olması sebebiyle önemliydi.
“İlk Gün Gibi / Yalancı” ve “Allahaşkına / Sensiz İçime Sinmiyor” (1979) 45’likleri, “Sevgilerimle” (1980) “Ağlamak Güzeldir” (1981) albümleri ile devam etti. Attila Özdemiroğlu ile pop müzikte yeni bir dönem başlatacak olan “Firuze” albümünü çıkardığı 1982 yılında pek çok kurum tarafından “Yılın Kadın Şarkıcısı” seçildi ve bu durum uzun yıllar böyle devam etti.1983′te Ali Kocatepe ve Coşkun Demir’le birlikte seslendirdikleri “Heyamola” adlı 45′liği çok sattı ve “Yılın Plağı” ödülünü aldı.
1984′te Onno Tunç desteğiyle çıkan “Sen Ağlama” , o güne dek en çok satış yapan albümlerden biri oldu. Sonrasında yayınlanan “Git” (1986), “Sezen Aksu’88” (1988) ve “Sezen Aksu Söylüyor” (1989), aynı başarıyı sürdüren albümlerdi. Sezen Aksu 1990′ların başında prodüktör kimliğiyle anılmaya başladı ve Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel gibi isimleri Türk pop müziğine kazandırdı. Sonraki yıllarda Göksel ve Işın Karaca da Sezen Aksu desteğiyle müzik dünyasına adım attı. 1991′de müzik yönetmenliğini Onno Tunç’un yaptığı “Gülümse” 2 milyonu aşan bir tiraj elde etti. Albümün hit şarkısı ”Hadi Bakalım” Avrupa’da da single olarak piyasaya sürüldü ve başarı kazandı.
“Deli Kızın Türküsü” (1993) ve “Işık Doğudan Yükselir” (1995) farklı albümlerdi ve geniş kesimlerce çok beğenildi; ama bir o kadar da eleştirildi. 1996′da, başkalarına verdiği besteleri seslendirdiği bir ara albüm olan “Düş Bahçeleri”ni piyasaya sürdü. 1997 yılının Aralık ayında piyasaya çıkan “Düğün ve Cenaze”, Sezen Aksu’nun Goran Bregoviç’le yaptığı albümdü ve özellikle ülke dışında ses getirdi. 1998′de aynı albümder alan “ yeErkekler” şarkısı farklı düzenlemelerle single olarak piyasaya sürüldü. Aynı yılın Aralık ayında “Adı Bende Saklı” albümü yayınlandı. 1999′un son günlerinde yayınlanan ”Sarı Odalar” adlı single ise 2000 yazında yayınlanacak “Deliveren” in müjdecisiydi. İçeriği kadar şık kapak tasarımıyla da dikkat çeken albüm, 1 milyonluk bir satışa ulaştı.
2002′ye kadar Türkiye’nin her yerinde konserler veren Sezen Aksu, aynı yıl “Şarkı Söylemek Lazım” adlı albümünü piyasaya çıkarttı. Yine aynı yıl içinde Aspendos, Efes, İstanbul ve Brüksel’de yaptığı “Türkiye Şarkıları” isimli konserler dizisi büyük ilgi gördü. 2003 yılında “unplugged” konserler veren Aksu, “Yaz Bitmeden” adlı albümünü de bu yıl içinde çıkarttı.2005 yılında Türkiye genelinde verdiği 22 konser kapsamında kız çocuklarının eğitimi için başlatılan “Kardelen” Kampanyası’nı aynı adı verdiği albüm ve konserleriyle gündeme taşıdı. Sezen Aksu’nun yine 2005 tarihinde yayınlanan son albümü ise “Bahane” ve sonrasında “Bahane Remixes” oldu.
2005 ve 2006 yıllarında ise Sezen Aksu’nun müzik hayatına başladığı tarihten günümüze dek çıkardığı fakat piyasada kolaylıkla bulunamayan albümleri “Kaybolmayan Yıllar Arşiv Serisi” adıyla yeniden piyasa sürüldü. Allahaısmarladık (1977) / Serçe (1978) / Git (1986) / Sezen Aksu’88 (1988) / Sezen Aksu Söylüyor (1989)/ Gülümse (1991) / Deli Kızın Türküsü (1993) / Işık Doğudan Yükselir (1995) / Deliveren (2000) isimli ve tarihli bu albümlerin bir bölümü çıkarıldıkları dönemde CD ortamında değildiler. Söz konusu albümler, o dönemin müzikal medyaları olan LP ya da kaset formatında satışa sunulmuşlardı. Yenilenen bu albümler korunan orijinal kayıtları, Didem Ateş Mendi tarafından yeniden tasarlanan kartonetleri ve içindeki bilgi kitapçığıyla arşiv meraklılarını oldukça sevindirdi. Arşiv meraklılarını sevindirecek bir başka gelişme de “Bahane” ve “Bahane Remixes” albümlerinin 2006 yılının sonbaharında ikili (double) plaklar olarak piyasaya sürülmesi oldu.
Yıldız Tilbe
Yıldız Tilbe - Yıldız Tilbe Kimdir, Hayatı, Biyografisi
yıldız tilbe
Hiçbir zaman uslanmayan kız olarak hayatla inatlaşmasını hep sürdürdü. Bulaşık yıkarken nasıl şarkı söylüyorsa, sahnelerde de öyle şarkı söylemek istedi. Böyle yaptığı için de sürünün kara koyunu olarak kaldı. Ama gelgitlerine rağmen yedi yılda beş albüm çıkardı, sadık dinleyici onu herşeye rağmen terketmedi. Neydi bu kızdaki şeytan tüyü? Evinin yakınındaki taksi şoförü bile onun için ‘‘çatlaktır ama içinde hiç kötülük yoktur’’ diyor.
Yıldız Tilbe'yi anlamak için belki de her seferinde hayatını hatırlamak lazım. Onun için bir kaybeden denilebilir mi? O şöyle diyor: ‘‘Kaybeden de benim, kazanan da benim. Bir kayıp varsa benden giden, bunu kazanan da yine benim. Kayıplarım benim kazançlarım. Kaybettiklerim de bende hálá. Ne kaybettiysem, kendi içimde kaybettim. O yüzden kaybım yok.’’ Sizce de kaybı yok mu?
1966 yılının 16 Temmuz'unda İzmir'de Tilbe ailesinin altıncı çocuğu olarak dünyaya geldi Yıldız. Aile içinde ona Yadigar diyorlardı ama o, bu ismini hiçbir zaman sevmedi. Babası Tekel fabrikasında çuval indirip kaldıran mevsimlik işçiydi. Annesi de küçük bir bakkal dükkanı işletiyordu. Ailesi hayatlarının sonuna dek İzmir'de yaşamıştı.
Yıldız, fazla sesi soluğu çıkmayan bir çocuktu. Yakantoplarda canı hep çok yandı. Çünkü yenilenler vargücüyle fırlatıyorlardı topu. Sonraları hayatında kazık yedikçe, ‘‘Artık oynamak istemiyorum. İnsanlar yenilince bozuluyor. Hayatımın içinde oyun oynamak istemiyorum, kendim için yaşamak istiyorum’’ diyecekti.
Dikkatini toplayamadığı için ders çalışmaz, varsa yoksa şarkı söylerdi. Bulaşık, çamaşır yıkarken, tuvalette bile her yerden onun sesi yükselirdi. Okul hayatına noktayı koyduğunda orta ikinci sınıfa gidiyordu. Çalışmak zorundaydı. Dikiş atölyelerinde iplik temizledi, pazarlamacılık, tezgahtarlık yaptı, çocuk baktı. Çocuk baktığı evde karanlık bir odada kalıyordu. Yüklük, bavullar, ayakkabılar her türlü ıvır zıvırın olduğu bir odaydı bu. Gece olup da herkes uyuduğunda, alçak sesle şarkı söylerdi. Nota bilmeyen, eğitimsiz bir şarkıcı olduğunda herkes ona nasıl şarkı yazdığını ve bestelediğini sorduğunda cevabı hep aynıydı: ‘‘Nasıl yaptığımı bilmiyorum, bilsem anlatırım. İçime öyle doğuyor.’’
18 yaşına iki hafta kala, 15 gün önce tanıştığı ve ne iş yaptığını bile bilmediği bir gence kaçtı. Daha doğrusu kendini kaçırttı. Evlendiklerinden bir ay sonra eşi askere gitti. Asker dönüşünde ailelerine Sezen adında bir kız çocuğu da katılmıştı. Yıldız hamileyken Sen Ağlama şarkısını dinlerken, eğer kızı olursa çocukluğundan beri taptığı Sezen Aksu'nun ismini kızına vermeyi kararlaştırmıştı. Evlilikleri altı yıl sürdü.
1990 yılıydı, bir arkadaşıyla Pırlanta Pavyon'un önünden geçerken, ‘‘belki burada şarkı söyleyebilirim’’ diye geçirdi içinden. Birlikte içeri daldılar. Çalışanlardan birinin provası vardı ve sazlar da oradaydı. Yıldız, pavyonun sahibini sordu ve buldu. ‘‘Benim sesim güzel, şarkı söylemek, para kazanmak istiyorum’’ dediğinde, patron onu baştan aşağı süzdü ve ‘‘geç söyle bir şarkı bakalım’’ dedi. Yıldız, sazlarla birlikte şarkısını söyleyip bitirdiğinde, patron ‘‘bir tane daha söyle’’ dedi. Yıldız işe alınmıştı. Hemen terziye, oradan da kuaföre götürüldü. Ertesi gün sahne onundu. Altı şarkı söyledi. Ama altı şarkıyı da mikrofonun önünde kazık gibi durarak söyledi. Titrediğini görmesinler diye, ayaklı mikrofonu kendine siper etmişti.
1991'de Sezen Aksu, Uğur Yücel'le birlikte İzmir'de şov yapıyordu. Yıldız, o sıralar bir gecede altı kulüpte şarkı söylüyordu. O gece Sezen Aksu, Yıldız'ın sahne aldığı yere gidecekti. Gidecekti ama Yıldız orada sahneye çıkmış ve çoktan inmişti bile. Başka yerde şarkısını bitirip, tekrar Aksu'nun geleceği yere gitti. Aksu tuvalete gittiğinde, Yıldız da arkasından: ‘‘Ben sizi çok seviyorum, kızımın adı da Sezen’’ deyip sohbete başladı. Aksu, Yıldız'ın ne iş yaptığını öğrenince, çık bir şarkı söyle dedi. Sahneye çıktığında, Sezen Aksu'nun ‘‘ne kavgam bitti, ne sevdam’’ şarkısını söyledi. Arkasından bir daha, arkasından bir tane daha. Aksu oradan ayrılırken Yıldız'a telefonunu vermiş ve aramasını istemişti.
Sezen Aksu'nun ‘‘İstanbul'a gel’’ telefonundan sonra, Yıldız eşyalarını toplamış ve artık İstanbullu olmuştu. Aksu'nun evinde kalıyor ve Aksu'nun Uğur Yücel'le yaptığı şov süresince de vokalistliğini yapıyordu. Aksu'nun evinde Uzay Heparı isminde genç bir müzisyenle tanışmıştı. Aralarında doğan yakınlaşmadan bir süre sonra Yıldız Tilbe, Aksu'nun evinden taşındı. Zaten daha ne kadar onunla kalabilirdi ki? Aksu'nun şovu bittiği için vokalistliği de bitmişti. Artık tek başınaydı. İstanbul'da farklı gece kulüplerinde üç yıl boyunca çalıştı. Albüm çıkarmak istiyordu ama kimseden ne şarkı sözü, ne de beste alabiliyordu. ‘‘Madem alamıyorum, ben yapayım belki olur’’ dedi ve oldu. Boş kuyuya attığı taştan ses gelmişti. Sözü de bestesi de kendine ait olan Delikanlım şarkısı 1994'te ortalığı kasıp kavurdu. Kara kız, beste ve söz yazarı terminatörü gibi çalışıyordu. Tarkan'a verdiği Kış Güneşi şarkısı da çok tutmuştu. ‘‘O şarkı Tarkan'a çok yakıştı. İyi ki ona kısmet oldu’’ diyordu.
Tilbe'nin istediği şöhret gelmiş ama gelmesiyle diyetini de almaya başlamıştı. Bir yerlerde hata yapıyor ama hatasının ne olduğunun farkına bile varmıyordu. Aşkları da hüsranla bitiyordu. Aşk eşittir acı, acı eşittir erkek ve erkek de eşittir kazık yemek demek oluyordu onun hayatında. Herkesle kavga ediyor, geceleri sızıp kalıyor, hep hadise çıkarıyordu. Yeryüzünde değildi de, başka bir yerdeydi sanki. 1996'da narkotik, evine baskın yaptığında esrarla yakaladı onu. Niye değiştiği anlaşılıyordu! Mahkemeden çıkarken kendisine uzanan mikrofonlara bağıra bağıra ‘‘Delikanlım’’ı söyledi: ‘‘Ne yapayım, yüz tane mikrofon vardı. Hangi birine ne söyleyecektim. Daha albümüm çıkmadan bu çirkefin içindeydim. Duygularım kaşar değildi, beklentilerim değildi, hiçbir şeyim değildi de değildi. Beni yanıma koymadılar, karşıma koydular. Rakip olarak karşıma yine beni çıkardılar. Ben yanımda değil, artık karşımdaydım. İnsanın duygularının formülü yok. Zaafları olabilir. İnsan hissettiği şeyden vazgeçemez ve ambalajlanamaz. Ben sadece şarkı yaptım. Ambalajlanamadım.’’
Uyuşturucu olayından sonra, Yıldız hiçbir zaman eskisi gibi parlayamadı. Kapılar suratına birer birer kapandı, kafayı sıyırmış dendi ve kimse iş vermedi. 1991'de İzmir'de bir pavyonda başladığı şarkıcılık hayatı, 1998'de Eskişehir'de bir pavyonda devam ediyordu artık. Uyuşturucu tedavisi sonuç vermemişti. İkinci tedavi ne kadar faydalı olmuştu? Bu sorunun cevabı her zaman bir soru işareti olarak kaldı.
Herkes Tilbe'den köşe bucak kaçarken İbrahim Tatlıses ona destek olmuş, borçlarını üstlenmişti. Kendi şirketinden de Tilbe'nin kasetini çıkarmıştı. Her ne kadar, Sezen Aksu ile yolları ayrıldı gibi görünüyorsa da Yıldız Tilbe, ‘‘Benim ona olan sevgimden çok eminim. Dünyada onu katıksız seven bir elin üç parmağıysa ben onlardan biriyim’’ derken, Sezen Aksu da ‘‘Onun bendeki kredisi sonsuzdur’’ diyordu.
Gittiği bir davete, bir ayağında kırmızı, diğer ayağında mavi çorabı ve elinde bir de çekirdek paketiyle katıldı. Rüküştü. Bazen basma etekle bile dolaşıyordu. Sahnelerde dahi şatafatlı elbiseler giydiği pek vaki değildi. Oysa ses kadar süs de lazımdı onun dünyasında. Yıldız mızıkçılık ediyor, oyunu kurallara göre oynamıyordu: ‘‘Rüküş bulabilirler ama ben beğeniyorum. Böyle giyinmek hoşuma gidiyor. Ama bazen ikinci, üçüncü bir kişi de oluyorum ve istediğimi yapmıyorum. Haklılardır, güzel giyinmem lazım. Bir daha giymedim zaten mavi ve kırmızı çorap. Hayatım bana endeksli değil. Yaptırımların Yıldızı'yım ben. Öyle olmayınca da mavi çorap, kırmızı çorap olmuyor işte.’’
Yıldız, İstanbul'da sahneye çıktığı bir kulüpte şarkı söylerken birden mikrofonu bırakıp yere oturmuş, uzun bir sessizlikten sonra, öyle acılı bir ses ve insanın içini titreten bir bakışla ‘‘Ben güzel değil miyim?’’ diye sormuştu. Sonraları bu davranışını şöyle açıklıyordu ‘‘Bazen kendimi çirkin hissettiğim zaman sorarım öyle. Olur öyle enfeksiyonlu zamanlarım. Ben çok güzelim, bazen çok çirkinim. Ama çirkinliğimle de güzelim. Ve gözümün gördüğü herşey de güzel.’’